Çanakkale Zaferinin 99.yılı törenlerle kutlandı.

Kızılcahamam (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 18.03.2014 - 21:52, Güncelleme: 18.03.2014 - 21:52 3014+ kez okundu.
 

Çanakkale Zaferinin 99.yılı törenlerle kutlandı.

Türkiye Cumhuriyetine, Çanakkale\'de savaşan askerlerimizin hediye etttiği Çanakkale Zaferi\'nin 99. yılını kutluyoruz.

Türkiye Cumhuriyetine, Çanakkale'de savaşan askerlerimizin hediye etttiği Çanakkale Zaferi'nin 99. yılını kutluyoruz.Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine adlı destansı şiiri şöyle başlıyor: Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı, (tahaşşüd: yığılma) Nerde, gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’ Dedirir yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! (Mahbes: Hapishâne) Çanakkale zaferinin 99.yılı münasebeti ile Kızılcahamam'da günün anısına değişikk organizasyonlar yapıldıç İlk tören Cumhuriyet meydanında yapıldı.Atatürk anıtına çelenk konulması ve saygı duruşu ile başlayan törene İlçe Kaymakamı Mustafa Çit, Belediye Başkanı Coşkun Ünal, Garnizon komutanı, Cumhuriyet savcısı ve ilçede görev yapan mülki amirler katıldı.Cumhuriyet meydanına çelenk konulmasının ardından saygı duruşu, istiklal marşının okunmasının ardından günün anlam ve önemini anlatan konuşma yapıldı. Daha sonra buradaki tören tamamlandı.Şehit Fatih Duru Parkında bulunan şehit ağacına geçen törene katılanlar burada yapılan anmanın ardından Meslek Lisesinde yapılan programa katıldı. "Anzaklı Ömer" Anzak’lı Ömer'in Hikayesi       1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD Newyork'a giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı ( 1957), Medical Center Hospital hastanesinde başından geçen bir olayı anlatıyor:      Hastanenin 217. odasında yatan bir hastaya kan vermek için gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında.       — Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?       Yaşlı adam, kolunu açtı. Pazusundaki dövme şeklindeki Türk bayrağı dikkatimi çekti. Sormadan edemedim.      — Siz Türk müsünüz?      Kaşlarını kaldırarak Türk olmadığını ima etti. Ama ben kolundaki bayrağın onun için ne anlam ifade ettiğini merak ediyordum.      — Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?      -Aldırma işte öylesine bir şey. Dedi.       Ben ısrarla sordum:      - Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Çünkü, benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...      Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:      - Siz Türk müsünüz?      - Evet Türk'üm.      İhtiyar gözlerime bakarken, tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:      - “Yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı.       İngilizler bizi toplayıp dediler ki: "Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda, birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir." Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenlerin arasına katıldık.”        Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu;      - “İngilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler. Mısır'da sözde böyle birkaç ay talim gördük. Sonra da bizi Çanakkale’ye getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu…      Her taarruzda, bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden mi anladığı? Söyleyeyim. Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Derken, böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim...      Yaşlı adam, savaş anılarını anlatırken tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti:      -“Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya...      Ama yaralarımın sarılmış olduğu dikkatimi çekti. Yaralarımı sarmışlar. “o barbar Türkler” bana hiç de öfkeli bakmıyorlardı. Bir süre sonra korkularım iyice sükun buldu. Çünki, bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri de çok azdı… Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:      - Bu adamlar isteseler o anda bizi öldürürlerdi. Ama öldürmediler... Biz esirlere misafir gibi davrandılar. Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim. "Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum. Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti meğer ne kadar yalancı ve ikiyüzlüymüş… Ne kadar Türk düşmanıymış" diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Nihayet bize serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.       Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:      - Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarıma iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk...       Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar... Bana adınızı söyler misiniz?" Dedi.      - "Ömer" cevabını verdim. Şimdi merak sırası ondaydı.      - Peki, niçin Ömer ismini vermişler sana ?      — Babam, Müslümanların ikinci halifesi etkilendiği için o’nun vermiş.             İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:      - Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun!      - Olsun…       -Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu?       Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti.      - Tabii dedim, Müslüman olmak çok kolay.      Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlattım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu.        Kaç gün geçti hatırlamıyorum. Hastanenin anonsu duyuldu. "Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!"       Odaya vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:      Sağ elinde tesbih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.        Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şehadet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti.        Bir Çanakkale gazisi görmüştüm… Yıllar sonra Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu... Gurbette yaşadığım bu unutulmaz hatıra ne zaman, nerede aklıma gelse gözlerimden sessiz sedasız iki damla yaşın süzülüp indiğini hissederim. Bu vesile ile Çanakkale Şehitlerimizin ruhlarına bir Fatiha göndermeyi ihmal etmeyelim…
Türkiye Cumhuriyetine, Çanakkale\'de savaşan askerlerimizin hediye etttiği Çanakkale Zaferi\'nin 99. yılını kutluyoruz.

Türkiye Cumhuriyetine, Çanakkale'de savaşan askerlerimizin hediye etttiği Çanakkale Zaferi'nin 99. yılını kutluyoruz.Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine adlı destansı şiiri şöyle başlıyor:

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı, (tahaşşüd: yığılma)
Nerde, gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’
Dedirir yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! (Mahbes: Hapishâne)

Çanakkale zaferinin 99.yılı münasebeti ile Kızılcahamam'da günün anısına değişikk organizasyonlar yapıldıç İlk tören Cumhuriyet meydanında yapıldı.Atatürk anıtına çelenk konulması ve saygı duruşu ile başlayan törene İlçe Kaymakamı Mustafa Çit, Belediye Başkanı Coşkun Ünal, Garnizon komutanı, Cumhuriyet savcısı ve ilçede görev yapan mülki amirler katıldı.Cumhuriyet meydanına çelenk konulmasının ardından saygı duruşu, istiklal marşının okunmasının ardından günün anlam ve önemini anlatan konuşma yapıldı. Daha sonra buradaki tören tamamlandı.Şehit Fatih Duru Parkında bulunan şehit ağacına geçen törene katılanlar burada yapılan anmanın ardından Meslek Lisesinde yapılan programa katıldı.

"Anzaklı Ömer"

Anzak’lı Ömer'in Hikayesi
      1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD Newyork'a giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı ( 1957), Medical Center Hospital hastanesinde başından geçen bir olayı anlatıyor:
     Hastanenin 217. odasında yatan bir hastaya kan vermek için gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında. 
     — Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız? 
     Yaşlı adam, kolunu açtı. Pazusundaki dövme şeklindeki Türk bayrağı dikkatimi çekti. Sormadan edemedim.
     — Siz Türk müsünüz?
     Kaşlarını kaldırarak Türk olmadığını ima etti. Ama ben kolundaki bayrağın onun için ne anlam ifade ettiğini merak ediyordum.
     — Peki, bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?
     -Aldırma işte öylesine bir şey. Dedi. 
     Ben ısrarla sordum:
     - Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Çünkü, benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...
     Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
     - Siz Türk müsünüz?
     - Evet Türk'üm.
     İhtiyar gözlerime bakarken, tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:
     - “Yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de. Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. 
     İngilizler bizi toplayıp dediler ki: "Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda, birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir." Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenlerin arasına katıldık.” 
      Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu;
     - “İngilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler. Mısır'da sözde böyle birkaç ay talim gördük. Sonra da bizi Çanakkale’ye getirdiler. Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu…
     Her taarruzda, bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki, onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden mi anladığı? Söyleyeyim. Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Derken, böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim...
     Yaşlı adam, savaş anılarını anlatırken tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti:
     -“Gözlerimi açtığımda kendimin yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya...
     Ama yaralarımın sarılmış olduğu dikkatimi çekti. Yaralarımı sarmışlar. “o barbar Türkler” bana hiç de öfkeli bakmıyorlardı. Bir süre sonra korkularım iyice sükun buldu. Çünki, bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri de çok azdı… Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:
     - Bu adamlar isteseler o anda bizi öldürürlerdi. Ama öldürmediler... Biz esirlere misafir gibi davrandılar. Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim. "Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum. Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti meğer ne kadar yalancı ve ikiyüzlüymüş… Ne kadar Türk düşmanıymış" diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Nihayet bize serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.
      Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:
     - Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarıma iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk...
      Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar... Bana adınızı söyler misiniz?" Dedi.
     - "Ömer" cevabını verdim. Şimdi merak sırası ondaydı.
     - Peki, niçin Ömer ismini vermişler sana ?
     — Babam, Müslümanların ikinci halifesi etkilendiği için o’nun vermiş. 
     
     İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
     - Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun!
     - Olsun… 
     -Peki, doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu?
      Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti.
     - Tabii dedim, Müslüman olmak çok kolay.
     Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlattım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu. 
      Kaç gün geçti hatırlamıyorum. Hastanenin anonsu duyuldu. "Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!"
      Odaya vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:
     Sağ elinde tesbih açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. 
      Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şehadet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti. 
      Bir Çanakkale gazisi görmüştüm… Yıllar sonra Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu... Gurbette yaşadığım bu unutulmaz hatıra ne zaman, nerede aklıma gelse gözlerimden sessiz sedasız iki damla yaşın süzülüp indiğini hissederim.

Bu vesile ile Çanakkale Şehitlerimizin ruhlarına bir Fatiha göndermeyi ihmal etmeyelim…

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kizilcahamamhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.