Veya “Ne olur aşağıya bakarsak?”
Alın size bir kavga konusu..
“Acaba ‘aşağıya bak’ mı denildi, yoksa ‘Aşağıdan’ mı denildi” bu tartışma da işin cabası..
Yalanı uyduran Yol TV, “Editoryal hata” açıklaması ile attığı palavranın üstünü örtmeye çalıştı..
Olsun..
Kavga çıkarmak istiyorsanız..
Çıkarırsınız. Denilse de çıkarırsınız. Denilmese de.
“Aşağıya bak”ın bir anlamı olsa da olmasa da.
Uydurulan “Aşağıya bak” ifadesine karşılık olarak, “Aşağıya bakmayacağız”ın bir anlamı olsa da olmasa da..
Aşağı bakmayacaklarmış. Bakmazsan bakma kardeş, polisler öyle söylememiş ama, ben söylüyorum işte..
“Aşağıya bak”..
Bakmazsan, düşersin..
Boğaziçi’nde okumana gerek yok. Daha yeni tay tay yaparken, anne-baban öğretmiş olmalı, “Önüne bak oğlum. Önüne bak kızım.. Yoksa düşersin” diye..
Bakmayacak mısınız?
“Biz ne erkeğiz, ne kız.. Onun için biz o söylenilenleri üzerimize almadık.. O öğretilenler de güme gitti” mi diyorsunuz..
Ağa keyfiniz bilir.
Aşağıya bakmazsanız, önünüze çıkan taşa takılır, düşersiniz..
Ama düştüğünüzde, bizleri de üzüyorsunuz..
Anne-babalarınızı üzüyorsunuz..
ODTÜ’de mezuniyet töreninde, Cumhurbaşkanı’nı karikatürize eden mezunlar, sonra ne dediler?
“Biz bunun hakaret olduğunu bilmiyorduk.. Öylesine o karikatürü gördük, aldık, taşıdık.”
Şimdi benzeri, Boğaziçi’nde sahneleniyor..
Boğaziçi’nde şu an gösteri yapanların yaş ortalamasına (18 yaşında birinci sınıf, 22 yaşında son sınıf kabul ediyorum) bakarsak, 20 yaşında gençler bunlar..
Gezi olayları yaşandığında, 13 yaşında idiler..
En küçüğü 11 yaşında idi, en büyükleri de 15 yaşında idi.
Belki olayları idrak edememiş olabilirler..
Abilerinden, ablalarından dinlesinler.
Neler olduğunu, kaç gencin durduk yerde çıkarılan bir olaylar silsilesi ile yaralandığını, kaç gencin bir “hiç” uğruna öldüğünü öğrensinler..
“Ülkeyi düşünüyoruz, onun için protesto hakkımızı kullanıyoruz, amacımız ülkeyi kalkındırmak” diyorsunuz ya..
Üç tane ağaç için, gezi isyanında ülkeyi 200 milyar dolar zarara sokan abilerinize-ablalarınıza bakın..
Dövizin o isyan olayları sonrasındaki tırmanışına bakın..
Yurtdışındaki çakalların, canlı yayın araçları ile Taksim’e karargâh kurup, “Oh oh” şenlikleri yaptıklarını okuyup, öğrenin.
Yine sokakta kalmakta ısrarcı iseniz, devam edin.. Ama, “Biz sokakta kalınca, ülke daha iyiye gidecek” demeyin..
Sizi sokağa çıkaranlar, sokakta kalmanızı isteyenler, tarihte bizim ülkemizde hiçbir örneği olmadığı halde, dünyada da başka ülkeler içinde de hiçbir örneği olmadığı halde, “Rektörü öğrenciler belirlemeli” iddiasında ısrar ederseniz, ülkeyi ileri değil, geri götürürsünüz..
Sizi sokağa çıkaranlar, şimdi “ah vah” ediyorlar..
“Ah be.. İki haftayı geçen olaylarda, bir öğrencinin bile ciddi yaralanması olmadı. Bir ciddi yaralanma olsa da kıvılcımı her yere yaysak” diye dövünüyorlar..
Evet, bu gençleri sokağa çıkaranların beklentileri bu..
Bu gençlerin canının, onların gözünde hiçbir değeri yok..
Boğaziçi’ne Melih Bulu rektör olsa ne olur, başka birisi rektör olsa ne olur?
“Bu sözü bize söyleyeceğinize, siz de aynısını söyleyin, atamanın geri alınmasını isteyin” diyenler çıkabilir..
Sorun değil, bunu söyleriz, söyleriz de..
Sizi sokağa çıkaranlar, tatmin olmazlar..
Onların derdi, Boğaziçi’ne atanan rektör değil, çünkü..
Tıpkı, “Sen hâlâ anlamadın mı arkadaş, mesele ağaç değil” diyen artistin, halen yurtdışında kaçak yaşamasındaki gibi..
Şu anki mesele de rektör değil..
Melih Bulu ayrılsa..
Kim gelecek? Gelecek rektörü kim belirleyecek? Boğaziçi’nin 16 bin öğrencisi mi?
Öğretim üyeleri bu işe ne diyecek?
Öğretim üyeleri de seçime karışacak mı? Onlar da seçime katıldı diyelim, 16 bin öğrencinin yanında, 900 öğretim üyesinin oyunun, sonucu belirlemeye yetmeyeceği, belirlemeyi bırakın, devede kulak kalacağı açık değil mi?
Öğrenciler oy kullanacak ise, 4 ay sonra mezun olacak son sınıf öğrencileri de mi seçime katılacak? 4 yıl rektörlük yapacak bir kişiyi, 4 ay sonra okulla ilişkisi kalmayacak olanlara mı belirleteceksiniz? Ki 4 ay sonra Boğaziçi ile ilişkisi kalmayacak öğrenci sayısı 2.500 civarında..
Sadece lisans öğrencileri mi, yoksa yüksek lisans ve doktora öğrencileri de bu seçime katılsın mı?
Daha onlarca ihtilaf ile karşımıza çıkacaklar..
Maksat kavga değil, üzüm yemek ise..
Söyleyin, dünyada, önerdiğiniz şekilde bir seçim var mı? Hani diyorsunuz ya, “Türkiye’yi; özgür, bilime önem veren, gelişmeye açık, demokrat üniversitelerin olduğu çağdaş dünyaya taşımak istiyoruz”.
Haydi, onların içinden bir tanesinde, sizin önerdiğiniz seçim usulünü gösterin..
Diyecekler ki, “Biz zaten çözüm önermekle değil, mevcut çözümü eleştirmekle mükellefiz”.
Hah işte..
Aynen öyle..
Maksat kavga çıkarmak.. Öğretim değil..
Maksat ülkeyi karıştırmak, ülkeyi ileri götürmek değil..
Not:
Dünkü yazım sebebi ile YÖK’ten bilgilendirme yapıldı. Öğrenciler hakkında YÖK’ün disiplin soruşturması açılması-açılmaması noktasında bir görevi veya yetkisi olmadığı hatırlatıldı.. Bu noktada bir ihtilaf zaten yok.. Benim talebim, öğrencilere değil, öğretim üyelerine yönelik disiplin soruşturması için idi. Bu konuda da benim atladığım bir hususu hatırlattılar.. Anayasa Mahkemesi 1.5 yıl önce bir iptal kararı vererek, YÖK Başkanı’nın öğretim üyeleri için disiplin soruşturması açtırma yetkisini iptal etmiş. Belli suçlar için konu Yükseköğretim Kurulu’na gidebiliyor, ancak YÖK Başkanı’nın tek başına bir yetkisi şu an için mevzuatta yok.
Bu düzeltmeyi yaparak, Boğaziçi Üniversitesi içinde, rektörlük odasına sırtını dönen, ellerinde gözaltındaki protestocu kişi sayısını gösteren rakamlarla siyasi eylem yapan, hatta bu tavırları ile Türk Ceza Kanunu 288. maddesinde düzenlenen adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçunu işleyen Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri hakkında yetkili makamların hem disiplin hem de cezai soruşturmaları açması gerektiğini tekraren belirteyim...