Sis altında Başköy kalesi..
Sis altında Başköy kalesi..
Yağan yağmurlarla daha da zenginleşen ilçemiz doğasını keşfe çıkmaya devam ediyoruz. Bu sefer ki hedefimiz, çoğumuzun adını ve büyülü güzelliğini duyduğu halde gidemediği Başköy kalesi.
Yağan yağmurlarla daha da zenginleşen ilçemiz doğasını keşfe çıkmaya devam ediyoruz. Bu sefer ki hedefimiz, çoğumuzun adını ve büyülü güzelliğini duyduğu halde gidemediği Başköy kalesi.
Yağan yağmurlarla daha da zenginleşen ilçemiz doğasını keşfe çıkmaya devam ediyoruz. Bu sefer ki hedefimiz, çoğumuzun adını ve büyülü güzelliğini duyduğu halde gidemediği Başköy kalesi.
Bayram Arslanoğlu, Mehmet Gürsoy, Mecit Bal gibi doğa sever dostların yanında Mustafa Özdemir ve benim de bulunduğum gurubumuz 24 Mayıs 2009 Pazar günü sabah saat 08:30 da Kızılcahamam’ dan hareket ediyoruz.
İlk intibamız; Eğrekkaya barajındaki su seviyesinin oldukça yüksek olmasından dolayı duyduğumuz keyif. Hava puslu ve büyük ihtimalle yağmur geçişi yaşanacak ama ne olursa olsun yola devam kararı…
Güvem yolundan Eğerli bölgesine sapıyoruz. İlçemiz grup köyleri içinde, sanırım bakıma muhtaç bir yol. Başköy’ de biraz durup, minare inşası için çalışan usta ve köylüleri ziyaret ediyoruz ve yol hakkında genel bilgi alıyoruz.
Sağ tarafımızda bütün haşmetiyle dikilen kale ve mağaralara baka baka devam edip Başköy göletini ve yayla yolunu geçerek, ilk sağa dönüp duruyoruz. Bundan sonra yaya devam edeceğiz.
Çantalarımızı sırtımıza alıp çevreden ilginç görüntüler alarak devam ediyoruz. Yol boyu ağaç kesim çalışmaları var. Oldukça sık ve genelde gürgen türü ağaçlarla kaplı orman içi yolculuk, solumuzda akan bir derecik, alabildiğine serin bir hava ve bol oksijen bize güç veriyor.
Kale arkası denilen yere geldiğimizde, asıl surları aramaya başlıyoruz ve az sonra çoğu beyazlaşmış yıkıntı haldeki duvar kalıntılarına rastlıyoruz. Bu surları, KBRT de çalışırken geldiğimizde görüp hayran kalmıştım. Fakat kısa yoldan zirveye varmayı planladığımızdan, görürsek o kısımda surların son kısmını görebileceğiz.
Yıkıntıların az ilerisinden sık ormana daldık ve kale zirvesinin eteğinde düz bir alana geldik. Buranın adı Mahya Sırtı. Bu arada saat 12:00 olmuş ve yağmur da başlamıştı. Dört gürgen ağacının koruduğu bir bölge seçip ateş yakıyoruz. Keyifli bir kahvaltı ve ocak başı sohbeti devam ederken bastıran sis görüş mesafesini 20 metreye düşürüyor.
Bir saat kadar sonra sis ağır ağır kalkıyor ama yağmur aralıklarla ve hafifçe devam ederken kalkıp kale zirvesine çıkmak üzere hazırlanıyoruz. Girdiğimiz orman içinde devasa kayalıklar ve mistik görüntüler içinde kısa bir tırmanma dan sonra kale surlarına ulaşıyoruz. Buradakiler daha sağlam ve örülü halde. Çoğu yerde dev kayalara ekli duvarlar yaklaşık bir metre yükseklikte ve
Suru aşıp içeri girerek Yapının Doruk denilen zirveye adım atıyoruz. Müthiş ve insanın içini ürperten bir manzara. Sağ tarafımızda ayaklar altında Başköy ve ileride Alören, solda ise Kuzören, Dereköy ve Değirmenciler ile Dulaşar mahallesine yaklaşık
Buradan aşağı inip önce İnbaşı denilen mağaraların üstüne oradan da tekrar Kale arkası ve Ilıman bölgesine gelerek, dar ve dik bir inişten mağaraların önüne geleceğiz. En altta, bize vaktiyle burada ikamet edenlerin (muhtemelen eşkiyalar) binek ve yük hayvanlarının barındığı ve ahır olarak kullanılan mağara var. Buradan 10 metrelik dik ve kayalık bir yokuş ile dört katlı mağaranın zemin katına geldik. Bir iniş ile ve eğilerek içeri girdik. Volkanik bir kütle olduğu için kolayca işlenip odalar ve diğer kısımlar meydana getirilmiş. Zemin katta 6 kadar bölme var. Bir kısmında duvarlarda “göz” dediğimiz girintiler var. Aydınlatma araçları konmuş olmalı.
Birinci kata zor bir çıkış ile vardık. Burası da ardışık dört bölmeden meydana gelmiş. İkinci ve üçüncü katlara çıkmakta oldukça zorlandık. Yardımlaşarak ancak çıkabildik ama değdi. Eğerli deresi, dağların ve köylerin görünümü muhteşem idi. Bol fotoğraf çekip aynı zorlukla aşağı indik.
Üst üste katlardan meydana gelen bu yapı, büyük bir ihtimalle güvenlik amacıyla veya daha çok kanun kaçakları tarafından ikamet amacıyla kullanmış olması lazım. Başka türlü burasının ulaşım zorlukları nedeniyle normal konut olması ihtimal dışı.
“Başköy Kalesi” olarak bilinen bu yapının bizim köydeki Oruç Gazi menkıbesi ile de bir bağlantısı var. Köyümün yaşlılarından dinlediğime göre, Anadolu Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubat, Başköy Kalesi’ ni Rumlardan fethedip dönerken Taşlıca’ ya uğramış. Blindiği gibi bizim köyde de Kırmızı Ebenin kerameti karşısında kendisine köyün arazisini bağışlamış.
Yine çevrede anlatılan bir rivayete göre, kalenin Türkler tarafından fethi sırasında ilginç bir hile yaşanmış. Kalenin güney ve batı tarafından fethi mümkün değilmiş. Doğu tarafı da askerler tarafından korunmakta olup oldukça kalın ve yüksek surlarla çevrili olduğundan bir tek Kırlangıç mevkiinden içeri sızmak mümkün imiş. Bu yüzden Türkler, bir gece çevreden topladıkları keçi sürülerini Kale arkasında toplayıp her bir keçinin boynuzuna birer mum yakmışlar. Gece Türk ordusunu burada toplanmış sanan Rumlar da bütün kuvvetlerini Doğu yönüne toplamışlar. Böylece zayıf kalan kuzeydeki kırlangıç tarafından kaleye ulaşan Türkler de kolayca fethi tamamlamışlar.
Ayağımız mağaradan toprağa değince biraz rahatladık. Tatlı bir yokuş ile Kırlangıç denilen yere geldik. Burası bütün vadi ve Semer yoluna hakim bir yükseklik. Burada yabani fındık ve meşe ağaçları arasından Ilıman’a ve Kale arkası’ na uğramadan göletin sırtına geldik. Uzun bir yolculuk olmuştu. Durmadan Semer yolu kıyısında kıvrılıp giden dereye iniyoruz. Oradan da yola ulaşıp yarım saatlik bir yürüyüşle aracımızın yanına geldik.
Dönüş güzergahımızı değiştirmeye karar vermiştik. Orman içine dalıp Kale arkasına gelerek buradan sola doğru dereye inmeye başladık. Kuz yakaya geldiğimizde sağ tarafımızda Yapının Doruk bütün haşmetiyle yükseliyordu. Akçapınar denilen yerde durup doya doya seyredip fotoğraf çektik. Bu orman içi yol üzerine sağlam malzeme döşenmiş ve oldukça güzel.
Az ileride Göynüvanın Ayağı denilen bir yerde çok harika bir şelale fark edip inerek suyundan serinliyoruz ve fotoğraf çekmeye devam ediyoruz. Yaklaşık 8 metre yüksekten akan suları ile Kızılcahamam’ da sanırım başka bir şelale yoktur. Zindan ormanından doğup Eğerli deresine karışıyor.
Burada gürgen ve diğer iğne yapraklı ağaçlar yok. Onun yerine bodur meşe, dağ kavağı ve yabani fındıklıklar arasından geçiyoruz. Kuzören’ de Mustafa’ nın evinde çay molası vereceğiz.
Anası, bahçede nane yolmakla meşgul. Çay demlenirken yorgunluk kendisini gösteriyor ve hafif uyku halleri başlıyor ama taze çay ile kendimize geliyoruz.
Akşam olmak üzere iken vedalaşıp yola çıkıyoruz. İlçeye geldiğimizde akşam olmuştu. Çok yorulmuştuk ama değmişti. İlçemizin gizemli güzelliklerini barındıran bu bölgeyi gezmeye doyamadığımızı belirtmeliyim.
Zengin doğa, eşsiz görünümü, havası, suları, sessizliği ve tarihi geçmişi ile bize ender bulunan ikramlarda bulundu. Bunlar unutulmaz şeyler olarak anılarımız arasında kalacak. Sizlerle de paylaşmanın ayrı bir tadı olacak.
Kirliliği, yozluğu, çamuru görmeden serin havanın içerimizde meydana getirdiği tazelik ile bir bu kadar daha olsa sanki gezebilecektik.
Bu gezimizde bize arkadaşlık yapan gezi ekibimiz Bayram Arslanoğlu, Mehmet Gürsoy, ve Mecit Bal’ a, köyünde ve evinde bizi misafir eden Mustafa Özdemir’ e teşekkürlerimi borç bilirim.
Bu bakir bölge elbette keşfedilmeli, tanınmalı ve muhakkak ilçe turizmine katkı sağlayacak şekilde değerlendirilmeli idi. Turizmin özellikle doğa ve tarih bölümü içinde benzersiz alternatifler sunan bu bölgeyi gezip görmenizi tavsiye ederim.
Bir şartla çevreyi kirletmeme çabası içinde olarak ve sık orman dokusu içinde kaybolmamaya çalışarak.
Selam ve muhabbetlerimle…
24.05.2009
muzaffereker@msn.com
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.