Dil Devrimi Cinayeti ve Osmanlıca Meselesi

Kızılcahamam (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 09.12.2014 - 21:09, Güncelleme: 09.12.2014 - 21:09 1635+ kez okundu.
 

Dil Devrimi Cinayeti ve Osmanlıca Meselesi

Son günlerde ülke gündeminde tartışılan Osmanlıca ve Dil devrimi ile ilgili bilmediklerimiz

Dil Devrimi Cinayeti ve Osmanlıca Meselesi Türkiye’de dil faslında dünyada başka bir ülkede görülmeyen, görülmesi de tahayyül edilemeyecek ürpertici bir cinayet işlendi. Bu yazıda, bu cinayetin belgesini yayımlıyorum. Buyurunuz: İŞTE CİNAYETİN BELGESİ! “Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.” Bu sözler, Millî Şef İsmet İnönü’ye ait. Bu sözlerin yer aldığı yer ise, Sabahattin Selek tarafından 1968 yılında kayda alınan İnönü’nün Hatırat kitabı. Sabahattin Selek, kayda alıp da yayımladığı bölümler de olduğunu söylüyor. İnsan, merak etmeden edemiyor elbette ki: Acaba İnönü, daha neler neler söyledi de, sonunda söylediklerinin önemli bir kısmı “sansür yedi”! Yayımlanan kısımlarında bile İnönü’nün söyledikleri yenilir yutulur cinsten şeyler değil: Devrimlerin gerçek hedefini, gizlenen gerçekleri çok güzel fâş etmeye yetecek “şeyler”! OSMANLICA: DÜNYANIN EN ZENGİN DİLİ Antalya’da yapılan Millî Eğitim Şûrası’nda önemli, tarihî kararlar alındı. Bu kararlardan biri, Osmanlıca Türkçesi’nin liselere ders olarak konulması meselesi. Bazı çevreler, hemen “Ortaçağ karanlığı”na mı dönüyoruz diyerek, bayatlamış, bu tür zamanlarda bozuk plak gibi çaldıkları ilkel tepkilerini dile getirdiler. Oysa Osmanlıca Türkçesi, dünyanın en zengin dilidir. Nicelik bakımından değil, nitelik bakımından. Bu açıdan İngilizce’den kat be kat zengin bir dildir. İngilizcenin derinliğinden sözetmek elbette ki abesle iştigaldir. Osmanlıca dünyanın bütün belli başlı düşünce dillerinin, sanat dillerinin, bilim dillerinin, kısacası medeniyet dillerinin hepsinden beslenmiş, Osmanlıcanın omurgasını, ruhunu oluşturan Kur’ân Arapçası’nın filtresinden geçirerek beslendiği bütün dilleri kendine maletmiş tek derinlikli dünya dilidir. Osmanlı Türkçesi bir yandan Arapça’nın,         Farsça’nın, İbranîce’nin hatta Hint dili Sanskritçe’nin temel kilit kavramlarını, öte yandan da Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Balkan dilleri, Rusça başta olmak üzere Batı uygarlığının kurucu iki dili Grekçe’nin ve Latince’nin ana kavramlarını kendisine maletmesini bilen tek dünya dilidir. Böylesine “çoğulcu”, derinlikli ve çaplı bir dünya dilinin Türkiye’de Dil Devrimi’yle yasaklanmış olması, oldukça mânidârdır. OSMANLI TÜRKÇESİ YASAKLANMAMIŞ OLSAYDI... Oysa Osmanlı Türkçesi, eğer yasaklanmamış olsaydı, Meşrûtiyet dönemlerinde gerçekleştirdiği atılımları sürdürecek, biz de Osmanlıca gibi köklü, asil ve çaplı bir medeniyet diline sahip olduğumuz için, fikir, sanat ve hayatta tahayyül bile edemeyeceğimiz ölçekte büyük hamlelere imza atabilecektik. Artık olan oldu ya da Wittgenstein’ı izleyerek “yırtılan yırtıldı”, kaldığımız yerden dil yolculuğumuza bütün hızımızla devam edebiliriz. Ebûbekir Râzî, “Dil, aklın ve kalbin aynasıdır.” Tam bu noktada şu soruyu sormak isterim: Aynaya bak, ne görüyorsun? Wittgenstein de, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır”, demişti. Usta’dan esinle bendeniz de, şunu söylüyorum: Diliniz ne kadarsa, dünyanız da o kadardır! Diliniz darsa, dünyanız da dardır! DİL GİDİNCE, DİN DE GİTTİ, HAYAT ÇÖLLEŞTİ... Türkiye’nin asıl sorunu, dil’dir: Medeniyet dili: Müslüman zihninin, idrakinin ve  tefekkür biçiminin yitirilmesi. Unutmayalım: Düşünemeyen, düşer; düş göremez. Dil Devrimi, vahyin ışığında yoğrulan dil’imizi sekülerleştirdi; İslâmî muhtevasını bitirdi. Din de, İslâmî ruhunu yitirdi. Dil, gidince; din de gitti; hayat çölleşti. Unutmayalım: “Dillerini” yitiren toplumlar,  “Yer’lerini;  Yer’lerini yitiren toplumlarsa,  Yön’lerini de yitirilirler ve insanlığa bir şey veremezler. OSMANLICA, SEÇMELİ DEĞİL, ZORUNLU OLMALI Osmanlıca seçmeli değil zorunlu ders olmalı. Yoksa hiç bir işe yaramaz,  geri teper, onca emek boşa gider! Kimse de bir daha böyle bir şeye cesaret edemez! Böylesine zengin bir medeniyet dilinin, orta ve uzun vadede, önümüze açacağı ufukları ne kadar görebiliyoruz, bilmiyorum doğrusu. Ama yazıyı iki aforizmayla bitirmek istiyorum: Bir toplumu yok etmek mi istiyorsunuz? Dilini, kültürünü yok edin! Genç kuşaklarını aşağılık kompleksine sürükleyin, özgüvenlerini yok edin! Bu ülke, hiç kimseden çekmedi “yerli sömürgeciler ”den çektiği kadar! Dilini, kültürünü sömürgeci Batılılar bile yok edemezdi bu kadar! YUSUF KAPLAN Yenişafak Gazetesi
Son günlerde ülke gündeminde tartışılan Osmanlıca ve Dil devrimi ile ilgili bilmediklerimiz

Dil Devrimi Cinayeti ve Osmanlıca Meselesi

Türkiye’de dil faslında dünyada başka bir ülkede görülmeyen, görülmesi de tahayyül edilemeyecek ürpertici bir cinayet işlendi.

Bu yazıda, bu cinayetin belgesini yayımlıyorum. Buyurunuz:

İŞTE CİNAYETİN BELGESİ!

“Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”

Bu sözler, Millî Şef İsmet İnönü’ye ait. Bu sözlerin yer aldığı yer ise, Sabahattin Selek tarafından 1968 yılında kayda alınan İnönü’nün Hatırat kitabı.

Sabahattin Selek, kayda alıp da yayımladığı bölümler de olduğunu söylüyor.

İnsan, merak etmeden edemiyor elbette ki: Acaba İnönü, daha neler neler söyledi de, sonunda söylediklerinin önemli bir kısmı “sansür yedi”!

Yayımlanan kısımlarında bile İnönü’nün söyledikleri yenilir yutulur cinsten şeyler değil: Devrimlerin gerçek hedefini, gizlenen gerçekleri çok güzel fâş etmeye yetecek “şeyler”!

OSMANLICA: DÜNYANIN EN ZENGİN DİLİ

Antalya’da yapılan Millî Eğitim Şûrası’nda önemli, tarihî kararlar alındı. Bu kararlardan biri, Osmanlıca Türkçesi’nin liselere ders olarak konulması meselesi.

Bazı çevreler, hemen “Ortaçağ karanlığı”na mı dönüyoruz diyerek, bayatlamış, bu tür zamanlarda bozuk plak gibi çaldıkları ilkel tepkilerini dile getirdiler.

Oysa Osmanlıca Türkçesi, dünyanın en zengin dilidir. Nicelik bakımından değil, nitelik bakımından.

Bu açıdan İngilizce’den kat be kat zengin bir dildir. İngilizcenin derinliğinden sözetmek elbette ki abesle iştigaldir.

Osmanlıca dünyanın bütün belli başlı düşünce dillerinin, sanat dillerinin, bilim dillerinin, kısacası medeniyet dillerinin hepsinden beslenmiş, Osmanlıcanın omurgasını, ruhunu oluşturan Kur’ân Arapçası’nın filtresinden geçirerek beslendiği bütün dilleri kendine maletmiş tek derinlikli dünya dilidir.

Osmanlı Türkçesi bir yandan Arapça’nın,         Farsça’nın, İbranîce’nin hatta Hint dili Sanskritçe’nin temel kilit kavramlarını, öte yandan da Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Balkan dilleri, Rusça başta olmak üzere Batı uygarlığının kurucu iki dili Grekçe’nin ve Latince’nin ana kavramlarını kendisine maletmesini bilen tek dünya dilidir.

Böylesine “çoğulcu”, derinlikli ve çaplı bir dünya dilinin Türkiye’de Dil Devrimi’yle yasaklanmış olması, oldukça mânidârdır.

OSMANLI TÜRKÇESİ YASAKLANMAMIŞ OLSAYDI...

Oysa Osmanlı Türkçesi, eğer yasaklanmamış olsaydı, Meşrûtiyet dönemlerinde gerçekleştirdiği atılımları sürdürecek, biz de Osmanlıca gibi köklü, asil ve çaplı bir medeniyet diline sahip olduğumuz için, fikir, sanat ve hayatta tahayyül bile edemeyeceğimiz ölçekte büyük hamlelere imza atabilecektik.

Artık olan oldu ya da Wittgenstein’ı izleyerek “yırtılan yırtıldı”, kaldığımız yerden dil yolculuğumuza bütün hızımızla devam edebiliriz.

Ebûbekir Râzî, “Dil, aklın ve kalbin aynasıdır.”

Tam bu noktada şu soruyu sormak isterim: Aynaya bak, ne görüyorsun?

Wittgenstein de, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır”, demişti.

Usta’dan esinle bendeniz de, şunu söylüyorum:

Diliniz ne kadarsa, dünyanız da o kadardır! Diliniz darsa, dünyanız da dardır!

DİL GİDİNCE, DİN DE GİTTİ, HAYAT ÇÖLLEŞTİ...

Türkiye’nin asıl sorunu, dil’dir: Medeniyet dili: Müslüman zihninin, idrakinin ve  tefekkür biçiminin yitirilmesi.

Unutmayalım: Düşünemeyen, düşer; düş göremez.

Dil Devrimi, vahyin ışığında yoğrulan dil’imizi sekülerleştirdi; İslâmî muhtevasını bitirdi. Din de, İslâmî ruhunu yitirdi.

Dil, gidince; din de gitti; hayat çölleşti.

Unutmayalım: “Dillerini” yitiren toplumlar,  “Yer’lerini;  Yer’lerini yitiren toplumlarsa,  Yön’lerini de yitirilirler ve insanlığa bir şey veremezler.

OSMANLICA, SEÇMELİ DEĞİL, ZORUNLU OLMALI

Osmanlıca seçmeli değil zorunlu ders olmalı. Yoksa hiç bir işe yaramaz,  geri teper, onca emek boşa gider! Kimse de bir daha böyle bir şeye cesaret edemez!

Böylesine zengin bir medeniyet dilinin, orta ve uzun vadede, önümüze açacağı ufukları ne kadar görebiliyoruz, bilmiyorum doğrusu.

Ama yazıyı iki aforizmayla bitirmek istiyorum:

Bir toplumu yok etmek mi istiyorsunuz?

Dilini, kültürünü yok edin!

Genç kuşaklarını aşağılık kompleksine sürükleyin, özgüvenlerini yok edin!

Bu ülke, hiç kimseden çekmedi “yerli sömürgeciler ”den çektiği kadar!

Dilini, kültürünü sömürgeci Batılılar bile yok edemezdi bu kadar!

YUSUF KAPLAN Yenişafak Gazetesi

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kizilcahamamhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.