Çırpanlı nine

Gezelim Görelim (İHA) - İhlas Haber Ajansı | 01.01.1970 - 00:00, Güncelleme: 01.01.1970 - 00:00 10782+ kez okundu.
 

Çırpanlı nine

Bir yaşlının ölümü, bir kütüphanenin yanması gibidir.

“Bir yaşlının ölümü, bir kütüphanenin yanması gibidir.” Mali atasözü   Şu araştırma işi gerçekten çok enteresan. Keşke diyorum bundan en azından 20 sene kadar önce başlayabilseymişiz. O zaman daha fazla yaşlı nüfusumuz var idi. Hepsi de çok ilginç anılara ve gözlemlere sahiplerdi. Onların bu gün için gün yüzünde olmasını ne kadar isterdim...   Arkadaşım Musa Davarcıoğlu, Halk Eğitimi merkezi müdürlü yaptığı sırada, o zamanlar Cavit Çevik’e ait kahvehanede, köylerimizden Pazar için gelen 150 kadar yaşlı insanla görüşmüş ve konuşulanları yazıya geçirmişti...   Bu muazzam belge arşivi maalesef şu anda yok. Bunlar kasıtlı olarak yok edildilerse ilçeye çok büyük bir ihanettir.   Biz ise 1998 2000 yılları arasında kısıtlı imkanlarla köy ve merkez olmak üzere çok az bir kimseyle yüz yüze görüşebilme imkanı bulabildik. Buna da şükür.   Ne ilginç anılarımız oldu. Kimi yerde duygulandık, kimi yerde güldük. Kimi yerden de kovulduk, evet kovulduk. İleride inşallah bunlara da değineceğiz.   Berçin Çataklı öğretmen kardeşim İbrahim Yurtoğlu ile 2003-2005 yıllarında araştırma çalışmaları kapsamında yaptığımız köy gezilerinde unutamadığımız eli öpülesi insanları görmek bizi çok duygulandırmıştı.   ***************** İlçemiz oto sanayi esnafından sevgili Osman Fidan’ın tavsiyesi ile 2004 yaz aylarında Kırkırca köyüne gitmiştik. Orada yaşlı, bilge ve folklorik unsurları anlatabilecek bir aileden bahsetmişti.   Fakat ilk gidişimizde bu aileyi köyde bulamamış, hüsran içinde geri dönmüştük.   Kırkırca, benim Kışlak köyünde öğretmenlik yaptığım 1969-1974 arasında tanıdığım bir köy. O yıllarda köyler henüz kalabalık idi ve hem öğretmenler hem de çevre köy halkı ile olumlu ilişkilerimiz olmuştu. Düğün ve benzeri vesilelerle sık sık bir araya gelir güzel anlar yaşardık.   Bu anlamda Kırkırca’ya öğretmenleri ziyaret ve düğün amacıyla birkaç kere gitmiştik.   O yıllarda Bağlıca üzerinden bir yol ile gidilirken, yıllar sonra, Kirmir kıyısında Alpagut köyünden daha kısa bir yol yapılmış. Ortası Ağır tonajlı kamyonlar yüzünden yer yer delik olan köprü inşallah tamir edilmiştir.   Yüksekçe bir düzlükte kurulu köyden kuzey tarafa doğru güzel bir manzara gözlenir. Çeltikçi, Güneysaray, Başağaç ve Güdül Akçakese köyleri buradan görülebiliyor. O zaman 100 hane kadar aile ikamet eden köyde çeltik ve tarla tarımı yanında hayvancılık yapılırdı. Özellikle güney tarafdaki Kaplandere vadisinde güzel pirinç yetiştirildiğini duymuştum.   İkinci sefer gidişimizde çok verimli görüşmeler yaptık. Osman Fidan, köyde o hafta sonu düğün olduğunu ve Cevat Özdemir ile görüşeceğini, bizi kabul edeceklerini söyledi. Bir şekilde randevulu gitmiş olduk.   Önce Alibey köyüne uğradık. Bu köyümüz, 1876-77 Osmanlı-Rus harbi sonrasında Kafkasya’dan göç eden Çerkez göçmenlerin iskan edilmesi ile kurulmuş. Burada Muhtar ve rahmetli Hacı Ahmet ağabey ile köyün sosyal yapısı ve tarihi geçmişi hakkında görüştük.   Oradan Örencik üzerinden Kırkırca’ya gelirken yolda keçi sürüsüne rastladık. Yol kıyısında kendi hallerinde otlayan hayvanların birkaç poz fofoğrafını almak istedik. Görünürde çoban yoktu. Özellikle yarısı siyah, yarısı beyaz bir keçi çok dikkatimizi çekmişti. Derken çoban karşıdan bir yerden çıktı geldi. Selamlaşıp hal hatır sorduk. Çobanın bizden şüphelendiğini fark ettik. Kendimizi tanıttıktan sonra çoban bize bazı kötü niyetli kişilerin dost gibi, bir şey sormak amacıyla yaklaştıklarını, sonradan da sürüden hırsızlık yaptıklarını söyledi. Gerçekten de bazı köylerimizde bu tür hayvan hırsızlıklarını duymuştum.   Çobanla vedalaşıp Kırkırca’ ya geldik. Köyün içinde Cevat amcanın evini sorup önünde durduk. Kapıyı vurduk, yine kimse yoktu. Orada bir kadına sorduk. Az ileride bir yaşlı kadını gösterdi. O da bu sırada bizi görüp yaklaştı. Ellerinde bakraçlar vardı. Baktık ki, içlerinde bal var. Ufak parçalar halinde kesilmiş balı ne amaçla böyle taşıdığını merak etmiştik.   Elini öpüp kendimizi tanıttık. Ellerindeki balı komşulara dağıtmak üzere müsaade istedi. Biz orada bekledik. 10 dakika kadar sonra gelip bizi evine buyur etti.   Avluda tekrar hoşbeş yaptık. Bu sefer bizi bir ana edasıyla kucakladı. Ve hemen ne amaçla geldiğimizi sordu. Osman Fidan’ın selamını söyleyip, hatırını sormaya ve bir bardak suyunu içmeye geldiğimizi belirttik. Tam anlamıyla ne demek istediğimizi anlamamış halde bakarken ben amacımızın, köyün sosyal hayatı, adet ve gelenekleri hakkında bilgi almak istediğimizi söyledim.   Kendisi buna karşılık saflığıyla bu bilgilerin neye yarayacağını sorunca, İbrahim’in lisans tezi hazırlayacağını, yükselebilmesi için bunun gerekli olduğunu onun anlayabileceği dil ile anlatmaya çalıştık. Anladığında İbrahim’e; “Vay yavruuum, pek te zorumuş işin” diyerek acıdı. Derken İbrahim’in anası olup olmadığını ve kendisine bakıp bakmadığını sorunca makaraları koyuverdik. Öyle ya, böyle gayretli ve emek çeken birine fazla bakım gerekiyordu. Evli olmadığına da hayıflandı...   Ben, daha önce de kendi babaannemde gördüğüm gibi, konuyu bal dağıtma işine getirdim. Bunun gerekli olduğunu söylüyordu. O kadar balı tek başına tüketemeyeceğini, konu komşunun da bunda hakkı olduğunu, dağıtılmazsa haksızlık olacağını bilge edasıyla anlattı. Konuşmalarından bu konuda çok hassas olduğunu anlıyorduk. Tasavvufi bir anlayış idi. Bulduğunu paylaşmak... Anadolu insanının geleneksel en önemli hasleti. Paylaşmak... Bu insanlık örneği bir de “adam” yerine konulsa, enerji ve ahlakının önüne geçilebilir miydi?   Sonra eve çıktık. İbrahim ses kayıt cihazını açtı ve sohbete başlandı. Ama Çırpanlı nine, bir yandan sorulara cevap veriyor bir yandan da yiyecek bir şeyler hazırlıyordu. İlerlemiş yaşına rağmen genç bir gelin hızı ve becerisi ile kalkıyor oturuyor, ekmek ısıtıyor, ocağa yemek koyuyordu. Cevat amca ise bir köşede oturmuş halde soruların bazılarına sessiz edasıyla cevap veriyordu.   Ben bu arada evin iç kesimini inceliyorum. İki katlı ahşap, sevimli bir bina. Alt katı tabii ki dam. Üst katta üç oda işlenmiş. Çocuklar torunlar filan geldiğinde kalıyorlar. Eve dışarıdan bire merdiven ile çıkılıyor. Çıkartma denilen balkonda bayağı uzamış bir asmanın güzel görüntüsü var. Üzümleri de olduğu için tanda bakmadan edemiyoruz.   Oturduğumuz oda hem mutfak hem oturma hem de yatak odası odası olarak kullanılıyor. Telefon, buzdolabı, uydu anteni ve televizyon gibi elektronik aletleri her evde olduğu gibi görülüyor. Sadece Kanal 7 ve Samanyolu gibi dini ağırlıklı yayın yapan kanalları seyrediyorlar. Odanın astarında kavunlar asılı. Bunlar asılı halde çürümüyorlar ve kışın geç zamana kadar yenecekler. Üzümlerde bazı yerlerde böyle saklanıyor.   Çırpanlı ninenin adı Kezban. Kazan’ın ilk belediye başkanı Remzi Çırpan’ın yeğeni. Çoğumuzun bildiği Emin beyin ise halasının oğlu. Hani hep haksız yere kızdırılan meşhur Emin bey. Emin bey, bazen ona da uğrayıp birkaç gün kalırmış. Gezdiği köylerde kendisine yapılan davranışları anlatır, bazen iyi bazen kötü yataklarda yatırıldığını belirterek, kötü yatak yapanların öbür dünyada yanacağını söylermiş. Böyle aciz insanlara çok fazla eziyet edildi Onları kızdırmak marifet sanıldı. Aynı zihniyet şimdi de garip kemal’i kızdırıp sövdürüyor. Bundan da aşırı zevk alıyor. Anlaşılır bir şey değil.   Biz laf arasında Cevat amcanın dedesi Hacı Ali efendinin, keramet ehli biri olduğunu öğreniyoruz. Anlattığı epey olay arasında şunları da size sunuyorum.   Her yıl üzüm hasadından sonra, evin önünde kazanlarda kaynatılan pekmez oradan eve getirilir ama asla tükenmez hatta rivayete göre durduk yerde çoğalarak kazandan taşarmış. Günlerden bir gün Hacı Ali efendinin gelinlerinden biri (herhalde yeni evli olduğu için) kazandan taşan pekmezi görüp:       -Pekmez taşıyor ! diye bağırmış ve pekmezin taşkını inip o günden sonra bu keramet sona ermiş. Gelin, gördüğünü söylemese imiş keramet devam edecek imiş. Çevrede, rüyada görülen iyi bir şeyin eğer anlatılırsa onunla ilgili kerametin bozulacağına ilişkin bir inanış var. Bu da bu bağlamda değerlendiriliyor.       Evliyada görülen “Azı çok etme kerametinin bir halkası olarak değerlendirilebilir mi?   Vakit çok çabuk geçmişti. Sohbet, yemek derken akşam olmuştu. O akşam kına vardı. Tok olmamıza rağmen konak olarak kullanılan okuldaki yemeğe katıldık sonra da bahçedeki eğlenceyi seyrettik. Akşam olurken batı ufkunda çok nefis bir günbatımı manzarası vardı.   Düğün devam ederken köy halkı, Cevat amca ve Çırpanlı nine ile vedalaşıp ayrıldık. Ama asla unutamayacağım anılarla...   Hakkınızı helal edin güzel insanlar. Duanızı bizden esirgemeyin. Buna o kadar ihtiyacımız var ki... Allah’a emanet olun.                                                                                   muz.eker@hotmail.com  
Bir yaşlının ölümü, bir kütüphanenin yanması gibidir.

“Bir yaşlının ölümü, bir kütüphanenin yanması gibidir.”

Mali atasözü

 

Şu araştırma işi gerçekten çok enteresan. Keşke diyorum bundan en azından 20 sene kadar önce başlayabilseymişiz. O zaman daha fazla yaşlı nüfusumuz var idi. Hepsi de çok ilginç anılara ve gözlemlere sahiplerdi. Onların bu gün için gün yüzünde olmasını ne kadar isterdim...

 

Arkadaşım Musa Davarcıoğlu, Halk Eğitimi merkezi müdürlü yaptığı sırada, o zamanlar Cavit Çevik’e ait kahvehanede, köylerimizden Pazar için gelen 150 kadar yaşlı insanla görüşmüş ve konuşulanları yazıya geçirmişti...

 

Bu muazzam belge arşivi maalesef şu anda yok. Bunlar kasıtlı olarak yok edildilerse ilçeye çok büyük bir ihanettir.

 

Biz ise 1998 2000 yılları arasında kısıtlı imkanlarla köy ve merkez olmak üzere çok az bir kimseyle yüz yüze görüşebilme imkanı bulabildik. Buna da şükür.

 

Ne ilginç anılarımız oldu. Kimi yerde duygulandık, kimi yerde güldük. Kimi yerden de kovulduk, evet kovulduk. İleride inşallah bunlara da değineceğiz.

 

Berçin Çataklı öğretmen kardeşim İbrahim Yurtoğlu ile 2003-2005 yıllarında araştırma çalışmaları kapsamında yaptığımız köy gezilerinde unutamadığımız eli öpülesi insanları görmek bizi çok duygulandırmıştı.

 

*****************

İlçemiz oto sanayi esnafından sevgili Osman Fidan’ın tavsiyesi ile 2004 yaz aylarında Kırkırca köyüne gitmiştik. Orada yaşlı, bilge ve folklorik unsurları anlatabilecek bir aileden bahsetmişti.

 

Fakat ilk gidişimizde bu aileyi köyde bulamamış, hüsran içinde geri dönmüştük.

 

Kırkırca, benim Kışlak köyünde öğretmenlik yaptığım 1969-1974 arasında tanıdığım bir köy. O yıllarda köyler henüz kalabalık idi ve hem öğretmenler hem de çevre köy halkı ile olumlu ilişkilerimiz olmuştu. Düğün ve benzeri vesilelerle sık sık bir araya gelir güzel anlar yaşardık.

 

Bu anlamda Kırkırca’ya öğretmenleri ziyaret ve düğün amacıyla birkaç kere gitmiştik.

 

O yıllarda Bağlıca üzerinden bir yol ile gidilirken, yıllar sonra, Kirmir kıyısında Alpagut köyünden daha kısa bir yol yapılmış. Ortası Ağır tonajlı kamyonlar yüzünden yer yer delik olan köprü inşallah tamir edilmiştir.

 

Yüksekçe bir düzlükte kurulu köyden kuzey tarafa doğru güzel bir manzara gözlenir. Çeltikçi, Güneysaray, Başağaç ve Güdül Akçakese köyleri buradan görülebiliyor.

O zaman 100 hane kadar aile ikamet eden köyde çeltik ve tarla tarımı yanında hayvancılık yapılırdı. Özellikle güney tarafdaki Kaplandere vadisinde güzel pirinç yetiştirildiğini duymuştum.

 

İkinci sefer gidişimizde çok verimli görüşmeler yaptık. Osman Fidan, köyde o hafta sonu düğün olduğunu ve Cevat Özdemir ile görüşeceğini, bizi kabul edeceklerini söyledi. Bir şekilde randevulu gitmiş olduk.

 

Önce Alibey köyüne uğradık. Bu köyümüz, 1876-77 Osmanlı-Rus harbi sonrasında Kafkasya’dan göç eden Çerkez göçmenlerin iskan edilmesi ile kurulmuş. Burada Muhtar ve rahmetli Hacı Ahmet ağabey ile köyün sosyal yapısı ve tarihi geçmişi hakkında görüştük.

 

Oradan Örencik üzerinden Kırkırca’ya gelirken yolda keçi sürüsüne rastladık. Yol kıyısında kendi hallerinde otlayan hayvanların birkaç poz fofoğrafını almak istedik. Görünürde çoban yoktu. Özellikle yarısı siyah, yarısı beyaz bir keçi çok dikkatimizi çekmişti.

Derken çoban karşıdan bir yerden çıktı geldi. Selamlaşıp hal hatır sorduk. Çobanın bizden şüphelendiğini fark ettik. Kendimizi tanıttıktan sonra çoban bize bazı kötü niyetli kişilerin dost gibi, bir şey sormak amacıyla yaklaştıklarını, sonradan da sürüden hırsızlık yaptıklarını söyledi. Gerçekten de bazı köylerimizde bu tür hayvan hırsızlıklarını duymuştum.

 

Çobanla vedalaşıp Kırkırca’ ya geldik. Köyün içinde Cevat amcanın evini sorup önünde durduk. Kapıyı vurduk, yine kimse yoktu. Orada bir kadına sorduk. Az ileride bir yaşlı kadını gösterdi. O da bu sırada bizi görüp yaklaştı. Ellerinde bakraçlar vardı. Baktık ki, içlerinde bal var. Ufak parçalar halinde kesilmiş balı ne amaçla böyle taşıdığını merak etmiştik.

 

Elini öpüp kendimizi tanıttık. Ellerindeki balı komşulara dağıtmak üzere müsaade istedi. Biz orada bekledik. 10 dakika kadar sonra gelip bizi evine buyur etti.

 

Avluda tekrar hoşbeş yaptık. Bu sefer bizi bir ana edasıyla kucakladı. Ve hemen ne amaçla geldiğimizi sordu.

Osman Fidan’ın selamını söyleyip, hatırını sormaya ve bir bardak suyunu içmeye geldiğimizi belirttik. Tam anlamıyla ne demek istediğimizi anlamamış halde bakarken ben amacımızın, köyün sosyal hayatı, adet ve gelenekleri hakkında bilgi almak istediğimizi söyledim.

 

Kendisi buna karşılık saflığıyla bu bilgilerin neye yarayacağını sorunca, İbrahim’in lisans tezi hazırlayacağını, yükselebilmesi için bunun gerekli olduğunu onun anlayabileceği dil ile anlatmaya çalıştık. Anladığında İbrahim’e; “Vay yavruuum, pek te zorumuş işin” diyerek acıdı.

Derken İbrahim’in anası olup olmadığını ve kendisine bakıp bakmadığını sorunca makaraları koyuverdik. Öyle ya, böyle gayretli ve emek çeken birine fazla bakım gerekiyordu. Evli olmadığına da hayıflandı...

 

Ben, daha önce de kendi babaannemde gördüğüm gibi, konuyu bal dağıtma işine getirdim. Bunun gerekli olduğunu söylüyordu. O kadar balı tek başına tüketemeyeceğini, konu komşunun da bunda hakkı olduğunu, dağıtılmazsa haksızlık olacağını bilge edasıyla anlattı. Konuşmalarından bu konuda çok hassas olduğunu anlıyorduk.

Tasavvufi bir anlayış idi.

Bulduğunu paylaşmak...

Anadolu insanının geleneksel en önemli hasleti. Paylaşmak...

Bu insanlık örneği bir de “adam” yerine konulsa, enerji ve ahlakının önüne geçilebilir miydi?

 

Sonra eve çıktık. İbrahim ses kayıt cihazını açtı ve sohbete başlandı. Ama Çırpanlı nine, bir yandan sorulara cevap veriyor bir yandan da yiyecek bir şeyler hazırlıyordu. İlerlemiş yaşına rağmen genç bir gelin hızı ve becerisi ile kalkıyor oturuyor, ekmek ısıtıyor, ocağa yemek koyuyordu. Cevat amca ise bir köşede oturmuş halde soruların bazılarına sessiz edasıyla cevap veriyordu.

 

Ben bu arada evin iç kesimini inceliyorum. İki katlı ahşap, sevimli bir bina. Alt katı tabii ki dam. Üst katta üç oda işlenmiş. Çocuklar torunlar filan geldiğinde kalıyorlar. Eve dışarıdan bire merdiven ile çıkılıyor. Çıkartma denilen balkonda bayağı uzamış bir asmanın güzel görüntüsü var. Üzümleri de olduğu için tanda bakmadan edemiyoruz.

 

Oturduğumuz oda hem mutfak hem oturma hem de yatak odası odası olarak kullanılıyor. Telefon, buzdolabı, uydu anteni ve televizyon gibi elektronik aletleri her evde olduğu gibi görülüyor. Sadece Kanal 7 ve Samanyolu gibi dini ağırlıklı yayın yapan kanalları seyrediyorlar. Odanın astarında kavunlar asılı. Bunlar asılı halde çürümüyorlar ve kışın geç zamana kadar yenecekler. Üzümlerde bazı yerlerde böyle saklanıyor.

 

Çırpanlı ninenin adı Kezban. Kazan’ın ilk belediye başkanı Remzi Çırpan’ın yeğeni. Çoğumuzun bildiği Emin beyin ise halasının oğlu. Hani hep haksız yere kızdırılan meşhur Emin bey.

Emin bey, bazen ona da uğrayıp birkaç gün kalırmış. Gezdiği köylerde kendisine yapılan davranışları anlatır, bazen iyi bazen kötü yataklarda yatırıldığını belirterek, kötü yatak yapanların öbür dünyada yanacağını söylermiş. Böyle aciz insanlara çok fazla eziyet edildi Onları kızdırmak marifet sanıldı. Aynı zihniyet şimdi de garip kemal’i kızdırıp sövdürüyor. Bundan da aşırı zevk alıyor. Anlaşılır bir şey değil.

 

Biz laf arasında Cevat amcanın dedesi Hacı Ali efendinin, keramet ehli biri olduğunu öğreniyoruz. Anlattığı epey olay arasında şunları da size sunuyorum.

 

Her yıl üzüm hasadından sonra, evin önünde kazanlarda kaynatılan pekmez oradan eve getirilir ama asla tükenmez hatta rivayete göre durduk yerde çoğalarak kazandan taşarmış. Günlerden bir gün Hacı Ali efendinin gelinlerinden biri (herhalde yeni evli olduğu için) kazandan taşan pekmezi görüp:

      -Pekmez taşıyor ! diye bağırmış ve pekmezin taşkını inip o günden sonra bu keramet sona ermiş. Gelin, gördüğünü söylemese imiş keramet devam edecek imiş.

Çevrede, rüyada görülen iyi bir şeyin eğer anlatılırsa onunla ilgili kerametin bozulacağına ilişkin bir inanış var. Bu da bu bağlamda değerlendiriliyor.

      Evliyada görülen “Azı çok etme kerametinin bir halkası olarak değerlendirilebilir mi?

 

Vakit çok çabuk geçmişti. Sohbet, yemek derken akşam olmuştu. O akşam kına vardı. Tok olmamıza rağmen konak olarak kullanılan okuldaki yemeğe katıldık sonra da bahçedeki eğlenceyi seyrettik.

Akşam olurken batı ufkunda çok nefis bir günbatımı manzarası vardı.

 

Düğün devam ederken köy halkı, Cevat amca ve Çırpanlı nine ile vedalaşıp ayrıldık. Ama asla unutamayacağım anılarla...

 

Hakkınızı helal edin güzel insanlar.

Duanızı bizden esirgemeyin. Buna o kadar ihtiyacımız var ki...

Allah’a emanet olun.

                                                                                 

muz.eker@hotmail.com

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve kizilcahamamhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.