Eller Nano'ya biz hala Bilimde yaya
Eller Nano'ya biz hala Bilimde yaya
Nanoteknolojik sistemlerin iki özelliği hayret uyandırıyor: Mikro montaj ve kendi kendine çoğalma. Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu
Nanoteknolojik sistemlerin iki özelliği hayret uyandırıyor: Mikro montaj ve kendi kendine çoğalma. Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu
Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Osman Çakmak
Eğer atomu ufak bir zeytin kadar farz edersek, kompleks bir molekül, elma kadar bir şey olur. Bunu biraz daha açarsak, atomlar bakterilerin 1/10.000 (onbinde bir) büyüklüğündedir. Bakteriler ise bir sivrisineğin onbinde biri kadardır.
Bir metrenin milyarda biri gibi küçük bir ölçekte yani atom mesafesinde cihazlar üretiyor, sistemler kuruyorsunuz. O zaman malzeme artık iç yapısından kurtuluyor; tamamen bir yüzey haline geliyor.. İşte nanoteknoloji malzemelerinin gariplikleri kuantum dünyasında atomların “akıllı”ve tahminlerin ötesinde özellikler sergilemesine dayanıyor.
Nanoteknolojinin en büyük özelliği, atom düzeyinde malzemenin bir anda değişiklikler göstermesidir Nanoteknoloji ile süper maddeler yapabilirsiniz. Örneğin dünyadaki tüm filmleri bir CD ye sığdırabilirsiniz. Bir küp kadar ama Dünyadaki tüm bilgisayarların toplam gücüne eşit bilgisayarlar yapabilirsiniz. Çelikten daha hafif ama ondan yüzler kat daha dayanıklı ve hafif malzeme üretilebilirsiniz. Ya da insan vücudunda istenen yere gidebilen mikroskobik boyutta robotlar tasarlayabilirsiniz. Nano boyutlu ilaçlar, son derece daha aktif iyileştirme sağlıyor. Vücudu kesmeden, biçmeden istediğiniz noktaya girebiliyorsunuz. Derideki, mikron mertebesindeki gözeneklerden rahatça cihazınızı damarını içine sokup, gerekli operasyonları yapabilirsiniz.
Nanoteknolojide atomlardan sistemler yapıyorsunuz. Nanoteknoloji atomlarla bir tür oynama sanatı.. Nanoteknolojik malzemelerin diğer bir özelliği de kendi kendini monte edebilmesi, çoğalabilmesidir. Montajcı adı verilen, programlanabilir molekül makinaları kullanılarak, başka molekülden makinalar yapılır. Montajcılar, tıpkı minik sanayi robotları gibi çalışıyor/çalışacak. Bunlar moleküler aletleri/takımları yardımıyla, kimyasal tepkimeleri yönlendirerek, adeta atom üzerine atom koyarak, karmaşık yapıları inşa edeceklerdir.
Evet tüm bunlar hayal değil. Zaten yüce Yaratıcı tabiatta bunların örneklerini sürekli gözümüzün önünde sergileyip duruyor. Yüzyılların birikimi ve tecrübesi ile insanoğlunun eli atom dünyasının ölçüleri olan nanometre yani metrenin milyarda birisi mesafeye ulaştı. Atomları tuğla gibi kullanarak sistemler kurma becerisine erişti. Bu teknoloji -biyoteknoloji gibi- "doğaya patent verilmesi" olayı bir bakıma. Nilüfer çiceği hep bataklıkta olduğu halde bembeyaz. Dokusu yağmur damlalarına takla attırmak suretiyle kirden kurtuluyor. Bilim adamları ‘nanoteknoloji’yle nilüfer çiceğinin bu mekanizmasını taklit etmeyi başarıyor. Işıkla kendini temizleyen ‘akıllı boya” nilüfer çiçeğinden ilham alındı.
Günümüzde kullanılan üretim teknikleri, moleküler anlamda kaba tekniklerdir. Döküm, taşlama, tornalama vs. atomların büyük kitleler halindeki hareketlerine dayanır. Yapı taşları olan atomlar tek tek alınıp istenildiği gibi, üstelik de ucuza mal olacak şekilde birleştirilebilir. Bu gelişme özellikle bilgisayar sektöründe önümüzdeki yıllarda kullanıldığında tümüyle daha temiz, daha dayanıklı, daha hafif ve daha hassas ürünlerin üretilmesi mümkün olacaktır. Nano makinaler aslında günlük hayatta kullanılan aletlerin ve sistemlerin çok küçük birer kopyaları olacaktır. Nanoteknolojik sistemlerin iki özelliği hayret uyandırıyor: Mikro montaj ve kendi kendine çoğalma. Bu şekilde moleküler boyutlarda ve hassasiyette robotlar üretilmesi söz konusu olabilecek.
Nanoteknolojiyle diğer sahalarda olduğu gibi tıp alanında da oldukça çarpıcı bir gelecek bekleniyor: Uzmanlara göre 20 sene içinde nanoteknoloji ile sağlık hizmetleri çağ atlayabilecek. Uzmanların görüşüne göre, gelecekte mikroskobik robotlar vücudun dolaşım sistemine girerek hücre seviyesinde onarım yapıp hastalıkları iyileştirebilecek. Nano algılayıcılar insan vücudundaki hastalıkları çok önceden belirleyerek erken tedavi imkanı tanıyacaktır. Dahası ameliyat esnasında vücudun sadece hastalıklı bölgesine inen mikroskobik cihazlar; yiyecekleri saran ve bakteriyel bozulma olduğunda rengi değişen alüminyum folyo gibi ürünler elde edilebilecektir. Bu teknolojiyle üretilen minik aygıtlar adeta minik birer denizaltı gibi damarlarımızda dolaşabilecek, yönlendirdiğimiz hücreye alıcıları vasıtasıyla yapışabilecek ve mikro makaslarıyla adeta bir cerrah gibi hücredeki aksaklıkları giderebilecek, hatta DNA üzerinde değişiklikler yapılabilecek. Sonuç olarak nantoteknolojide sınır görünmüyor.
İlaç olarak tasarlanan birer küçük makine özelliğindeki nanoteknolojik sistemler hedeflerine ulaşana dek hiçbir şey yapmamaya programlanıyorlar. Bu da onları ilaçlardan farklı ve üstün hale getiriyor. Çünkü vücuda ilaç verildiğinde, tüm vücut bu ilacın molekülleriyle doluyor ve kimi zaman da ilacın getirdiği zararlı yan etkilerle boğuşmak zorunda kalınıyor. Massachusetts Institute of Technology’den bilim adamları, kana enjekte edildikten sonra kimyasal olarak bir tümörü bulup yok edebilen makineler geliştirmiş bulunuyorlar. Minik makineler şimdilik sadece fareler üzerinde denenmekte… Makine vücudun içine girdikten sonra dış kabuğunu atıyor ve tümörün kanla beslenme yolunu kesen bir kimyasal salgılıyor. Hücrenin geri kalan kısmı ise tümörü içeriden öldürmek için bir kemoterapi ilacı salgılıyor.
Kendi kendini monte edebilen tüketici ürünleri, şu andakinden milyarlarca kez daha hızlı bilgisayarlar, hastalıkları önleyen, yaşlanmayı yavaşlatan teknolojiler, kirlenmenin kendiliğinden temizlenmesini sağlayan malzemeler, seramik, plastik malzemelerde devrimlerle 12-15 yıl sonra yapılan tahminlere göre nanoteknoloji malzemelerin pazar büyüklüğü 340 milyar doları aşacak. Elektronikteki nanoteknolojik ürünler ise 300 milyar doları bulacak. Nanoteknoloji pazarının 2010-2015 arasında 1 trilyon dolarlık bir ciroya ulaşacağı bekleniyor [ 1]
Dünyanın güç merkezi ülkeler bu konunun araştırma geliştirme çalışmaları için ciddi bütçeler ayırıyorlar. ABD, yakın gelecekteki ordusunda en önemli askeri gücünün acıkmayan, zam istemeyen, şaşmaz bir kararlılık ve sonsuz itaatle çalışan nano-robotlar olmasını planlıyor. Nanoteknolojinin çağın teknolojisi olduğundan kimse şüphe etmiyor. Uzmanlar bu konudaki gelişmenin bilgisayarın getirdiği devrimden daha da büyük olacağını ileri sürüyor. Türkiye farkında olmasa da bu yeni yöntem, şu anda yüksek teknolojisiyle tanınan ülkeleri yeni bir ‘sanayi devrimi’ içine soktu.
Yarının dünyasında iddia sahibi ülkeler geleceğini şekillendirecek bu teknolojileri geliştirip ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürme ve güç kazanma peşindeler. ABD eski başkanı Bill Clinton ‘Önümüzdeki yıllarda gelişmiş ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki en önemli farkı nanoteknoloji belirleyecek’ demişti. Bilimin kalkınmadaki rolünü bilen ülkeler gibi Çin de Nanoteknoloji alanına büyük bir yatırıma başladı bile. Gelecek 9-10 yıl içinde 1 milyon nanoteknoloji uzmanı yetiştirmeyi planlıyor [2]. Geleceği şekillendireceğinden hiç şüphe duyulmayan nanoteknoloji böyle sessizce ilerlerken Türkiye yapması gerekeni acaba yapıyor mu?
Türkiye’de Bilimin Dramı
Bugün TÜBİTAK bünyesinde çalışan başbakanlığa bağlı bir Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) var ve çok güzel de kararlar alıyor. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun kuruluşuna ilişkin kararnamede amaç olarak şunlar yazılı: Bilim ve teknoloji alanındaki araştırma ve geliştirme politikalarının ekonomik kalkınma, sosyal gelişme ve milli güvenlik hedefleri doğrultusunda tespit edilmesi, yönlendirilmesi ve koordinasyonunun sağlanması amacıyla Başbakan'a bağlı "Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu" kurulmuştur.
Fakat baktığımız zaman, gerek ilk toplandığı 1983 yılında ve gerekse 1997 senesinden beri Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nun aldığı kararların neredeyse yüzde 90’nının hayata geçmediğini görüyoruz. Kurul 7 Mart 2007 de başbakanın başkanlığında yine toplandı ve yine güzel kararlar aldı [3].
Nanoteknoloji, öncelikli araştırma hedefleri arasında yerini almakta ancak bu ve diğer hedeflerin uygulanmasında hükümeti, bilim çevrelerini, sanayiciyi bağlayan tedbirler alınmadığından bu kararlar kağıt üzerinde kalmaya devam ediyor.
Kanaatimce BTYK’nin yapılanmasında ve işleyişinde bir yanlışlık olmalı... Üniversitelerde akademisyenlerin bireysel yayın çıkarmaya yönelik küçük proje yapmaya dayalı cılız yapıdan neden kurtulamıyor? Neden öğretim elemanları Türkiye ekonomisinin verimliliğinin ve rekabet edebilirliğinin artırılmasında aktif rol alan faal oyuncular haline getirilemiyor? Çünkü BTYK, ülke önceliklerini belirlerken ve bu konuda yol haritasını oluştururken; sanayi, devlet kurumları ve yüksek öğretim kurumlarının ileri gelenleri ile oturup beraberce karar vermiyor. Bu kurum ülke ekonomi hayatının kritik ihtiyaçlarını belirleme konusunda ve üniversitelerin tek başlarına veya başka ilgili kurumlarla işbirliği halinde bu ihtiyaçları nasıl karşılayabileceği konusunda üniversitelere bir sorumluluk vermiyor
Misyon, bilim ve araştırma hedefleri şimdi olduğu gibi yukarıdan empoze şeklinde değil; aşağıdan yukarı doğru süzüle süzüle gelmelidir. Bunun için; ilk yapılması gereken ülkemiz için kritik olan araştırma öncelikleri belirlenmesidir.. İkinci olarak da ilan edilmesidir. Bu vatandaşa verilen mesajdır. Dünya nerede biz neredeyiz? TÜBİTAK’a ve üniversitelere misyon havası ancak bu şekilde gelir. Büyük problemlerin çözümü, ilgili tarafları içine almayı ve büyük takımların kurulmasını gerektirir. BTYK, sadece üniversiteleri değil, görevlerini yaparken, TOSİAD, TOB, DPT gibi kalkınma ve gelişme ile ilgili kurumları da içine almalıdır.
Tabi çarpıklık sadece BTYK’nin çalışması ve yapılanması ile sınırlı kalmıyor. YÖK sistemi ve mevcut üniversiteler kanunu da araştırmacı ve akademisyenlere adeta halktan ve sanayiden kopun mesajı veriyor. Halka hizmeti adeta yasaklıyor. Örneğin, öğretim elamanı olarak firmalara danışmanlık yaptığınız zaman başınız belaya girebilir. Üniversiteler böylesine halktan kopuk olunca üniversitelerde çok değerli buluşlar yapılsa da bu buluş ve gelişmeler bir işe yaramamakta ve üretime dönüşememektedir.
Nanoteknoloji gibi ileri teknolojileri ıskalayışımızın belki de en önemli nedeni ülkemizde hala bilimi rehber ve iktidar konuma çıkaramayışımız.. Kısacası politikasızlık! Ülkeyi yönetmeye talip olan seçime giren partilerin programını incelediğinizde "bilim politikası" veya "milli teknoloji politikasını" es geçtiklerini bu konuda fikirlerinin olmadıklarını göreceksiniz. Başka ülkeler bilim ve araştırma ile ilgili hedeflerin hayata geçirilmesi ve takibi için birkaç bakanlığı görevlendirirken biz hala bir “bilim ve araştırma bakanlığı” kurmuş değiliz.
Gelişmiş ülkeler dünya konjüktüründe hangi bilimlerin öncelik ve önem arzettiğini çok iyi biliyorlar. İlim adamlarını bilim politikası yönünde kanalize ve istihdam etmektedirler. Bu strateji, o ülkenin bilim politikası olarak kendini gösterir. Bilim politikasının özünde bizim ne yaptığımız mühim değildir düşüncesi vardır; yaptığımızın ne işe yaradığı mühimdir” ve “uygulamaya dönüşmeyen bilginin önemi yoktur.
Elbetteki herkesin yaptığı teknolojileri değil, yeni teknolojileri bildiğimiz takdirde kuvvetli hale gelebiliriz. Bilgi kuvvettir. Ancak bu diğer ülkelerin sahip olamadığı bilgi ve teknolojilere sahip olunduğu takdirde güçlü hale gelebiliriz. Aksi halde herkesin bildiği teknolojilere sahip olmakla nasıl kuvvetli hale gelinebilir mi?
Neler araştırılacak, ne için araştırılacak? İşte bu yüzden her ülkenin bir bilim ve araştırma politikası vardır. Bu politika bilim ve teknoloji, araştırma politikası, eğitim politikası, iktisadi politika ve dış politika, bütün bunlar iç içe birbirine bağlıdır. Bu politikalardan biri olmazsa diğerinin de oluşmasından söz etmek mümkün olmamaktadır. Evet “ne yöne gideceğine karar vermemiş bir kaptan için hiçbir rüzgar elverişli değildir”.
[1] http://www.gap-dogu-kalkinma.com/sanayi/40_il_tek.htm
[2] ] (http://www.stvhaber.net/tr/a.722.html.)
[3] http://www.tubitak.gov.tr/haberler/btyk11/BTYK_11_karar_050325_1400.pdf], http://www.tubitak.gov.tr/home.do;jsessionid=BBFF57EB84868612C251EB402BFCAF06?sid=0&pid=0&cid=1873.
(Haber7)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.