Abdulhak Hamit Tarhan:Hayatı şiirleri

İstanbul'da doğdu. Babası Müverrih Hayrullah Efendi'dir. Hekimbaşı Abdülhak Molla dedesiydi.Önce Bebek'teki mahalle mektebine, sonra Rumelihisarı rüştiyesine devam etti. Bir yandan da özel ders alıyordu. Ayrıca Rober Kolej'e de gidiyordu.On yaşındayken ağabeyi Nasuhi Bey'le birlikte Paris'e babasının yanına gitti. İstanbul'a dönünce Tercüme Odası'na alındı.Çeşitli elçiliklerde bulundu.

TBMM'ye İstanbul milletvekili olarak girdi. Zatürreden öldüğünde Zincirlikuyu Mezarlığı'na 'milli merasim'le gömüldü.

Abdülhak Hamit'in sanatı gerek yaşadığı yıllarda, gerekse ölümünden sonra çok tartışıldı. Döneminde eski-yeni tartışması onun yapıtları çerçevesinde gelişti, kendisini tutanlarca şair-i azam olark alkışlandı. Özellikle Muallim Naci ve onu izleyenler dilinin savrukluğunu, tutarsızlığını, imgelerinin alışılmışı kıran sınır tanımazlığını eleştirdiler.

Hamit, Tanzimat sonrasında eskinin kalıplarını kırmaya çalışan şiiri, kişisel yaşantısının ürünü yapar ve onu Servet-i Fünun'a bağlamakla kalmaz, Edebiyat-ı Cedide'yi de ardına takarak Yahya Kemal'e kadar getirir. Milli Edebiyatçılar bile Hamit'ten geçerek gelirler.

ESERLERİ

Şiir kitapları: Sahra (1879), Makber (1885), Ölü (1885), Hacle (1886), Bunlar O'dur (1885), Divaneliklerim yahut Belde (1885), Bir Sefilenin Hasbihali (1886), Baladan Bir Ses (1912), Validem (1913), İlham-ı Vatan (1916), Tayflar Geçidi (1917), Ruhlar (1922), Garam (1923)

ŞİİRLERİ

Elveda Diyemedik

Yıldızsız bir geceydi
Bir dağ çiçeği gibi şimdiden hasretteydim
sürgündüm çok uzaklardaydım,
Ve gözlerindi sürgün sebebim..
Çok çabuk çekildin hayatımdan
Kaderle el eleydin,
Bense kederle sarhoş...
Yarım kalmıştı hikayemiz
Göçmen kuşları gibi gelip geçtin bu şehirden
Belkide hayatımdan
Duymadın haykırışımı, acılarımı,
Benimsin sanmıştım uçtun avuçlarımdan
Tutamadım, gitmede diyemedim
Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda
Zaman çok kısaydı bizim için
Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar
Nede elveda diyebilecek kadar

              Abdulhak Hamit Tarhan

İstanbul Düşman İstilası Altında İken Çamlıca’da

Hey Çamlıca mehtâbı ne olmuş sana öyle?..
Küskün duruyorsun.
Bir şey kuruyorsun.
Seyrinle ıyan et bana, ilhâm ile söyle:
Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet?..
Anlat; bu tahavvül neye etmekte delâlet.
Vaktiyle ederken bu havâliyi zılâlin
Bir sâha-i nilî.
Ey neyyir-i leylî,
Matem döküyor arza bugün bedr ü hilâlin
Bir şeb ki, zîrinde küsûfun,
Seyrangehi olmakda tuyûfun.
Mâzîden esip gelmede bir nevha-i vâveyl..
Bir âh-ı müebbed.
Hangi güneşin mâtemidir zulmetin ey leyl,
Ey şi’r-i muakkad
Yıldızlar olur bence meâlin gibi nâ-yab
Atîde görünmezse o mâzideki mehtâb
Olmazdı sabahın da yarın gülmeye meyli
Pîşinde bu dîdar-ı mahûfun.
Kartallara baktım düşüyorlar yere bi-ta’b;
Oldum sanıyordum Melekü’l Mevt ile hem-hâb.

                 Abdulhak Hamit Tarhan

Şairi-i Azam

Mevki Viyana
Bir darbe-i ma'kus ile düşmüş o yana
Hep tersine dönmüştür onun giydiği şeyler
Hem bid-defaat!
Onlarla yatıp kalkar imiş kendisi söyler
Vaktiyle bütün Pul'da yapılmışsa da heyhat!
Cümlesi solmuş.
Vaktiyle siyah, şimdi fakat yemyeşil olmuş
Bir paltosu vardır.
Tek gözlüğü vardır, geceler kandilidir o.
Ya rab ne hayat!
Cepler delik az çok
Lakin ne zarar var ki delikten düşecek yok.
Bir korkusu vardır
Meyhanelerin saat-i tatili pek erken...
Bir kirli paçavrayla gezer
Mendilidir o.
Lastikleri bir başkasınındır ki yürürken
Durmaz ayağından çıkar ekser...
Serpuşu ne festir, ne külahtır, ne sarıktır
Kalpak da değildir
Bir şapka mı, haşa. O onun kendine mahsus
Bir başka şekildir.
Keşkül gibi bir şey...
Milliyetini farık olan yok, soruyorlar:
Kimdir bu alamet, bu musibet, ne kılıktır.
Ürkütmeyelim sus...
Bir kahkaha, bir av'ava kopmakta peyapey
Bazen de müheyyâ-yı tasadduk duruyorlar.
Zül farkına bir zam!
Ancak biri vardır, ona der: Şair-i Azam!

                  Abdulhak Hamit Tarhan

Bir Sefilenin Hasbıhalinden

Ne idim ben, ne tabii bir kız
Belki sahrada rebii bir kız

En büyük zevkim, ümidim, neşem
Kırda seyran idi, her gün, her dem

Düşünürken o büyük sahrada
Beni halk eyleyeni tenhada

Duruyorken hareketsiz, sessiz
Yere inmiş göğe benzerdi deniz

Aksi tekbir ile dolmuş dereler
Secde eylerdi bütün meşcereler

Şebi mehtap doğar aynı şafak
Her taraf nura olur müstağrak

Akıyormuş gibi her suda hayat
Yüzüyormuş gibi hep mahlukat

Uçacakmış gibi eflake zemin
Halden, mazi ile atiden emin

Mutmain şevk ile soldan, sağdan
Bir şataretle inerdim dağdan.

                   Abdulhak Hamit Tarhan

İçimde Sen

Nihal'e

Yine gece, yine hüzün
Ve yine içimde sen
Ve yine biliyor musun?
İçimde sen olunca hüzün de güzel...

 

MAKBER


"Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,

Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.

Şimdi buradaydı, gitti elden,

Gitti ebede gelip ezelden.

 

 

Ben gittim, o haksar kaldı,

Bir köşede tarumar kaldı,

Baki o enis-i dilden, eyvah,

Beyrut'ta bir mezar kaldı.

 

 

Bildir bana nerde, nerde Yarab,

Kim attı beni bu derde Yarab?

Nerde arayayım o dil rübayı,

Kimden sorayım bi-nevayı?

 

Derler ki unut o aşnayı,

Gitti tutarak reh-i bekayı,

Sığsın mı hayale bu hakikat?

Görsün mü gözüm bu macerayı?

 

Sür'atle nasıl da değişti halim,

Almaz bunu havsalam, hayalim.

Çık Fatıma! Lahdden kıyam et,

Yadımdaki haline devam et.

 

Ketmetme bu razı, söyle bir söz,

Ben isterim, ah, öyle bir söz.

Güller gibi meyl-i ibtisam et,

Dağ-ı dile çare bul, meram et.

 

Bir tatlı bakışla, bir gülüşle,

Eyyamı hayatımı temam et,

Makber mi nedir şu gördüğüm yer?

Ya böyle reva mı ey cay-ı dilber?" 
 Abdülhak Hamit Tarhan
 ( 1852 - 1937 )